Günümüz çağdaş sanatının önde gelen isimlerinden Amerikalı sanatçı Peter Halley’in İstanbul’daki ilk kişisel sergisi olan ve saçatçının ismini taşıyan sergi, sanatçının New York’taki stüdyosunda, bu yıl, bu sergiye özel ürettiği 15 yeni eserinden oluşuyor. New York’taki Modern Sanat Müzesi, Londra’daki Tate Modern Müzesi ve Berlin Ulusal Galeri Banhof Müzesi gibi dünyanın en önemli müzelerinin koleksiyonunda eserleriyle yer alan Halley, 1980’lerde soyut resmin yeniden canlanmasında belirleyici bir rol oynamasıyla biliniyor.
Sanatçı ile eserlerini, İstanbul’daki sergisini ve şu sıralar nelerle meşgul olduğunu konuştuk.
Üniversitede şehircilik okudum ve ilk atölye dersimizde hocamız bize Mondrian’ın bir eserini göstererek bunun ne olduğunu sormuştu. Bence, sizin eserleriniz de bu ilk ders için mükemmel olurdu, zira eserlerinizde mimarlık ve kentsel planlamaya dair birçok referans var. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Benim çalışmalarım hepimizin birbirine bağlı, ancak birbirinden izole kutularda yaşadığı fikri etrafında şekillendi. Bu kutular, belirlenmiş yollarla birbirine bağlanıyor ve bu yollar üzerinde hiçbir kontrolümüz yok. Zamanımızın çoğunu arabalarda, banliyö evlerinde ve bilgisayar ekranlarının önünde geçiriyoruz. iPhone’larımıza bakıyoruz. Otoyollar, internet ve sosyal medya ile birbirimize bağlıyız. Tüm bu yollarsa şirketler ve hükümetler tarafından bize sağlanıyor. Hareket özgürlüğümüz aslında bir yanılsama.
Sizin geometrik resimleriniz ile New York’un ızgara şehir planı arasındaki ilişkiyi okudum ve merak etmeden edemedim: Eğer daha organik ve düzensiz bir şehir planına sahip bir yerde büyümüş olsaydınız yine de aynı eserleri mi yapardınız? Mesela eski bir Ortaçağ şehrinde veya Brezilya’nın “favela” adı verilen gecekondu bölgelerinde…
Ortaçağ şehirleri ve gecekondu bölgeleri planlı yapılar değil. Bunlar, binlerce bireysel kararın sonucudur. Dışsal bir planlamanın değil.
Gelelim renklere… Eserlerinizde renklerin rolünü nasıl tanımlıyorsunuz ve bir eserin rengini nasıl belirliyorsunuz?
Dijital çağın karakteristik ışığını yaratmak istiyorum, örneğin LED ekranın ışığını. Bu nedenle, geleneksel sanat boyalarından çok daha parlak olan floresan Day-Glo boyaları kullanıyorum. Doğal ışığı yakalamakla pek ilgilenmiyorum. Sonuçta tamamen teknolojiyle iç içe bir dünyada yaşıyoruz, doğayla değil.
New York’ta yaşayan biri olarak New Yorker kavramı sizin için ne anlama geliyor?
New York, farklı insanlar için farklı anlamlar taşıyor. Pek çok yaratıcı kişi, vizyonlarını takip etmek için New York’a geliyor. Ama ben New York’ta doğdum, bu yüzden benim için biraz farklı. New York giderek daha pahalı hale geldiği için, yaratıcı insanların burada başarılı olması zorlaştı. Yine de çeşitli ve ilham dolu insanların bir araya geldiği bir yer olmaya devam ediyor.
İstanbul’daki bu ilk serginiz hakkında konuşmak istiyorum. Daha önce İstanbul’da bulundunuz mu?
Evet, buraya en son 1998 civarında gelmiştim. O zaman Yahşi Baraz ile çalışıyordum ve beni davet etti. Eski şehri gördüm ve Türk tarihi ve kültürüyle biraz tanıştım.
Sevil Dolmacı Gallery ile nasıl bir araya geldiniz ve bu serginiz hakkında ne söylemek istersiniz?
Takvimime baktım ve Sevil Dolmacı’nın en az beş yıldır stüdyoma geldiğini fark ettim. O zamanlar özel bir galeristti ve en az yılda bir kez ziyaretime gelirdi. Çalışmalarıma olan uzun vadeli ilgisi beni gerçekten etkiledi. Çok fazla galeristin sanatçının eserine bu kadar sürekli bir coşkuyla yaklaşmadığını düşünüyorum. Sonra birkaç yıl önce geldiğinde yeni galeri alanının fotoğraflarını gösterdi, 20. yüzyıldan kalma bir binada yer alıyordu. Mekan o kadar güzeldi ki hemen orada bir sergi yapmak istedim ve şimdi nihayet bu isteğim gerçekleşti.
INDEX dergisinin arkasındaki hikayeyi merak ediyorum; Andy Warhol’un Interview dergisinden ilham alarak kurduğunuz bu dergi nasıl ortaya çıktı ve dergicilik deneyiminiz hakkında neler söylemek istersiniz? Dergiyi neden 2005 yılında sonlandırdınız?
Dergiyi 1996 yılında, New York sanat dünyasında oldukça karamsar bir dönemde başlattım. Sadece sanatçılarla değil, film ve moda dünyasından, yazarlar ve müzisyenlerle de ilginç röportajlar yapmak istedim. Diğer dergilerin röportaj yapmak istemediği insanlara odaklandık ve onlara söylemek istediklerini anlatma fırsatı verdik. Bu benim için heyecan verici ve yoğun bir dönemdi; sürekli yeni yaratıcı insanlarla temas halinde olmak büyüleyiciydi. Ayrıca fotoğrafçılarla çalışmayı çok seviyorum. Dergiyi on yıl sonra, Yale School of Art’ta lisansüstü resim programının direktörü olduktan sonra kapattım. Yayıncı, profesör ve sanatçı olarak üç iş yapmak benim için fazla geldi.
Günlük çalışma rutininizi merak ediyorum. Bir günü nasıl geçiriyorsunuz?
Her hafta birkaç günü Connecticut’taki evimde geçirip resimlerimin taslakları üzerinde sessizce çalışmaya adıyorum. New York’ta olduğumda ise oldukça erken kalkıyorum, evde çalışıyorum, sonra ekibimle stüdyoya gidiyorum. Yeni işler geliştirmek için gerekli olan yalnız zaman ile resim yapmanın fiziksel çalışması arasında bir denge kurmak önemli.
Şu anda ne okuyorsunuz?
Theodoric The Great adlı kitabı okuyorum, İtalya’nın ilk Got yöneticisi hakkında bir kitap. Erken Ortaçağ tarihine çok ilgi duyuyorum. Beşinci yüzyılda hem Romalı senatörler hem de Hristiyan piskoposlar vardı. İkisi de aynı anda var olmuş, bu da benim beklemediğim ve ilgimi oldukça çeken bir tarihsel durum.
Stüdyonuzda şu sıralar neler üzerinde çalışıyorsunuz? Bu yıl başka bir serginizi görebilecek miyiz?
Ekim ayında Madrid’deki Thyssen-Bornemisza Müzesi’nde bir sergim olacak. Yaklaşık yirmi resmim sergilenecek; hepsi İspanyol koleksiyonlarından. İşimin uluslararası bir üne sahip olmasıyla gurur duyuyorum. Avrupa ve Asya’da birçok ülkede tanınıyor.
Son olarak genç sanat öğrencilerine neler tavsiye edersiniz?
Her zaman şunu söylerim: On yıl veya yirmi yıl içinde sanat dünyası şu anki halinden çok farklı olmayacak. İnsanlar farklı türde sanatlar yapacak ve önemli sanatçılar ile küratörler kendi kuşaklarından çıkacak. Bu yüzden onlara akranlarını desteklemelerini ve şu anda olup biteni unutmalarını söylüyorum.
Peter Halley sergisini 26 Ekim tarihine kadar Sevil Dolmacı Istanbul Villa İpranosyan’da Pazar günleri hariç Pazartesi – Cuma 10.00 – 18.00 saatleri arasında ve Cumartesi günleri 11.00 – 18.00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.